Obsesif kompulsif bozukluk, birbirini tekrar eden takıntılı düşüncelerin ve bu takıntılar sonucunda gelişen yineleyici eylemlerin günlük hayatın akışını etkileyecek seviyeye gelmesiyle karakterize ruhsal bir hastalıktır. OKB genellikle hem saplantı hem de zorlantı içerir, ancak bazı durumlarda sadece saplantı semptomlarına da rastlanabilmektedir. Takıntılı düşünce ve dürtüleri ifade eden obsesyon ile tekrar eden zihinsel eylemler ve davranışları ifade eden kompulsiyon davranışları birleşerek hastalığı meydana getirir.
Obsesif kompulsif bozuklukta kişinin zihninde dönen düşünceler ya da dürtüler, tamamıyla kişinin iradesi dışında gelişir. Kişi bunların mantık dışı olduğunun bilincinde olsa dahi düşüncelerine engel olamadığı için yoğun bir stres içerisine girer ve bunun sonucunda anksiyete ortaya çıkar. Genellikle birçok hastada OKB ile anksiyete beraber seyreder.
Obsesif kompulsif bozukluk her yaşta görülebilen ve hayat kalitesini fazlasıyla düşüren bir hastalıktır. OKB’ye sahip olan kişiler, kontrol edemedikleri düşünceleri veya dürtüleri saplantı halinde yaşarlar. Bu durum hem kişinin kendisi hem de çevresinde bulunanlar açısından son derece rahatsızlık verici olabilir, hastalık tedavi edilmezse ileriki seviyelerde kişinin yaşamsal faaliyetlerini sekteye uğratacak düzeye dahi gelebilir.
Günümüzde doğru tedavi yöntemleri ile OKB semptomları minimum düzeye indirilip, hastalık belirtileri neredeyse tamamen ortadan kaldırılabilmektedir.
Obsesif kompulsif bozukluğun nedeni tam olarak bilinemiyor olsa da biyolojik ve çevresel faktörlerin hastalığın ortaya çıkmasında önemli rolü olduğu düşünülmektedir.
Beyin, normal faaliyetlerine devam edebilmek için nöron adı verilen sinir hücrelerine gereksinim duyar. Nöronlar birbirleriyle elektrik sinyali aracılığıyla iletişim kurarlar; bu elektrik sinyallerinin nöronlar arasında iletilebilmesi ise nörotransmitter adı verilen kimyasallar sayesinde olur. Bu transmitterler arasında bulunan seratonin seviyesindeki düşme ile OKB gelişimi arasında bir bağlantı olabileceği düşünülmektedir. Seratonin miktarındaki değişim ebeveynlerden çocuklara aktarılabildiği için, obsesif kompulsif bozukluğun genetik olabileceği de ihtimaller arasındadır.
Yapılan bazı araştırmalar doğrultusunda streptokok isimli bakterinin neden olduğu bir tür enfeksiyon ile obsesif kompulsif bozukluk gelişimi arasında da bir ilişki saptanmıştır. Eğer bu enfeksiyon tekrarlar ve zamanında tedavi edilmezse, başta OKB gelişimine ve başka hastalıklara sebep olabilmektedir.
Bazı kişiler çevresel faktörlerden oldukça fazla etkilenmektedir. Kişinin sosyal çevresinde yaşadığı stres hastalığın gelişimini tetikleyebilir veya kişide halihazırda var olan hastalık semptomlarının şiddetini daha da artırabilir. Bu faktörler şunlardır:
Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri her hastada farklı seyredebilmektedir. Belirtiler özellikle kişi aşırı dozda strese maruz kaldığında şiddetini daha da artırır. En sık görülen OKB belirtileri aşağıdaki gibidir:
Obsesif kompulsif bozukluğun teşhis edilmesinde herhangi bir laboratuvar testi söz konusu değildir. Alanında uzman bir psikiyatrist tarafından hastanın davranışları takibe alınır ve semptomlar değerlendirilerek hastalık teşhis edilir. Tedavinin başarıya ulaşabilmesinde erken teşhis son derece önemlidir. OKB tedavisinde ilaç tedavisi ve bilişsel davranış terapisinin birlikte uygulanması en etkili yaklaşımdır.
Bilişsel davranış terapisi; OKB hastalarında yaygın olarak görülen abartılı ve takıntılı düşünceleri en aza indirmeye odaklanan bir tedavi yöntemidir. Bilişsel davranış terapisinde amaç, hastaların, zorlayıcı düşüncelerinin ve eylemlerinin önlenebilmesi adına altta yatan duygularıyla yüzleşmelerine yardımcı olmaktır. Terapi ile hastaların aşırı olan obsesyonları ve kompulsiyonları minimuma düşürülerek anksiyeteleri azaltılır.
İlaç tedavisinde ise; hastaların beynindeki serotonin seviyesini artırmak amacıyla yaygın olarak antidepresan ilaçlar kullanılır. İlaç tedavisinin etkisini göstermesi ortalama 3 ila 4 ay kadar sürer. Bu süreçte ilaçların hekimin belirttiği doz ve vadeyle kullanılması, ayrıca ilaçların hekime danışılmadan katiyen bırakılmaması gerekmektedir. İlaçların düzenli bir şekilde kullanılması hastalığın tekrarlamasını önlemede son derece etkilidir.
İlaç ve bilişsel davranış terapisine cevap vermeyen hastalarda beyin cerrahisi ya da elektrokonvulsif terapi de uygulanabilmektedir. Elektrokonvulsif terapide, baş bölgesine takılan elektrotlar aracılığıyla hastaya bir tür nöbete sebep olan elektrik şoku verilir. Oluşturulan bu nöbetler sayesinde beyinde nörotransmitterlerin salınımı artar. Düzenli olarak yapılan tedaviler ile hasta normal hayatına dönebilir.
Copyright © 2016 Psikiyatrist Prof. Dr. Mahmut Reha BAYAR